esnaflıkta altı ay ve bisikletli binbeşyüzatmışiki gün.

Seçil Türkkan
4 min readJan 9, 2024

ocak 9. 2024

bütün bu başlıklar üst üste bindikçe anlamını kaybediyor mu anlam mı kazanıyor anlamak güç. çünkü bugün hayatımda ilk kez bir yazının başlığını hesap makinesiyle toplayarak yazdım. 1522+30 filan gibi sahneler yaşandı. hesap makinesi artık en iyi arkadaşım, çünkü öyle.

çüçük, kaşınıyor.

ve bütün bunlarla birlikte buraya yani bu bloğa özleyerek geldiğimi farkettim. günlük kadar özel ve kendime anlattığım değil, tweet kadar kısa değil, bir habere çalışmak gibi ciddiyetli değil, kendim için kamuya açık bir özlem. benim de arada “bıraktım mı? hah şimdi bırakmışım işte, vallahi bisiklet günlüklerinin de CEO yazılarımın da sonu geldi” dediğim, ama bak işte 3–4 ay sonra tıpış tıpış döndüğüm bir köşe. tam da bisikletimin 4. yılı geçmişken. bu detayı da yazarken farkediyorum. hayat gerçek bir delilik hızında, bana yeni, daha hadi zorlayalım iki yıl önce filan aldığım bir şey gibi geliyor.

bugünlerde bisikletim dükkanın içinde, tam da kapının girişinde sağ tarafta duruyor. içeri giren biri için “bunun da ne işi var burada?” denecek kadar yer kaplıyor, çünkü eğer eliniz kolunuz torbayla dolu girerseniz dükkâna, mutlaka bir şeylere çarpıp o bir şeyleri üstüne bir de deviriyor da oluyorsunuz. içerden dışarı eliniz kolunuz dolu çıkarsanız da, ne âlâ! ama çıkış yine devirme garantili.

bisikletimin üzerinde pilates bandı takılı. bu bana hayatımda spora hep yer olduğunu ama maalesef spor yapmak konusunda gerçekten o kadar da istekli olmadığımı hatırlatıyor. olsun. çalışma masamdan kalkıp da iki bilemedin üç adımda yanlarına gittiğimde, eğer istersem çekiştirebileceğim bir bandım var işte. dışardan komik gözüktüğünü biliyorum, ama bunu umursamıyorum.

geçenlerde dükkâna gelen bir kadın “dükkânınız çok güzel, almanya’dakilere benziyor. bu burada olmaz, bu olur diye düşünmemişsiniz” dedi. teşekkür ettim ve mutlu oldum bu sözlerden hemen. birilerinin baktığı zaman görmesini çok seviyorum, işin dahası bunu kıymetli buluyorum. kadın bunları söylediğinde hemen arkasında ahşap, özenerek seçtiğim iki sandalye, mum, adaçayı, tarçın ve buhurdanlığın üzerinde durduğu bir sehpa var. bisikletin hemen arkasındaysa yani tam vitrinde bir limon ağacı. onu sonbahar ortasında artık dışardan içeri alırken, metin abiler içerde olmayacağına çok emindi, bense olacağına. kazanan tarafta olmak da hoşuma gitti, gidiyor. üzerindeki lime, bizim için cin toniğe katılacağı günü bekliyor. gübresinde yavru kedilerin çişleri, arıların öpücükleri, tarabya’nın gün ışınları, köpeklerin işaretleri, yağmurların damlaları, bazı bulutların izleri, kuşkusuz bu dükkanda ve bu dünyada olup biten her şeyin tadı var. muhteşem.

bisikletim diyorum, bisikletim bugün ben çay içip de yanında otururken, çünkü alev’le muhabbet ediyorken bir ara sehpa oldu çayıma. sele için “bu da oldu” diye düşündüğümü hayal meyal hatırlıyorum. garip ama bir şey bazen giderken değil, işte böyle şimdi olduğu gibi dururken de yazının konusu olabiliyor. hayat yani. ve şimdi aklıma şu geliyor; 4 yıl sonra 5'e filan yaklaşırken iyi ki bisikletime bir isim koymadım, yani ona bir de ismiyle hitap ettiğimi, böyleli yazılar yazdığımı düşünmek istemiyorum.

iyi ki.

komik, bazı insanlar onun bir dekor olduğunu düşünüyor, vintage görünümü sebebiyle gitmediğini, gitmeyeceğini. güzel havaları beklediğini anlatıyorum ben de. güzel havalar her türlü olabilir. yeter ki benim canım istesin. 4 sene öncesine göre şimdi yer ettiğini düşündüğüm fıtıklarım var bir tek. oysa omzumda eve taşırdım her gün. 4 kat. sanırım o günlerin fıtıkları. bir gün fıtık ameliyatı olursam fıtıklarımın bisiklet biçiminde olmasını isterim kadar o merdiven ve bu bisiklete aitler. fıtıklar, bir anlama geliyorlar.

sevmediğimiz devasa tabeladan kurtulduk, yenileri geldi. klasik tabela atölyesi’nden bürkan özkan esnaf arkadaşımız yaptı bunları, el emeği göz nuru! şimdi içerdeki takılmayı bekliyor. gelir takarım diyen varsa ses etsin.

şu anlama da gelmeleri gibi; yakın zamanda toptancıların diliyle söylersek bir palet yani 100 tane kum siparişi verdim. hem onları nerelere sokabileceğimi, hem de nasıl taşıyacağımı düşünüyorum, çünkü dükkâna mal gelen günler bu fıtıkların acıdığı günler oluyor. o zaman yıllarca ofis sandalyelerinde büyük bir emekle ortaya çıkan garip ağrılar, duruş bozuklukları filan da devreye girip diyor ki “yavaş tatlım, beline dikkat

bahsini ettiğim bu siparişten anladığınız üzere anladığım şeyler oluyor bu dükkânda, varlar. ama bu işin en güzel kısmı insanlarla konuşacak ortak bir şeyin olması. bazen burası o kadar ofisim haline geliyor ki, insanlar kapıyı çalarak giriyorlar. komik ama böyle. kötü kısmı da ofisin olsa da, bazen konuşmak istemesen de konuşmaları. herhangi bir esnafın böyle bir içgörüsü var mı bilmek isterim. yan taraftaki mantıcı ayşenur bazen sadece gelip, dükkanına oturup açmayıp içerde sigara ve çay içip gününü gün ediyor, mantı soranları da yarına paslıyor. bir diğer yanımıza eylül gibi açılan tasarımcının sahibi ercan ise genelde hep çok hevesli. gece 12'ye kadar dükkanında. takılıyor işte, çünkü onun da ofisi burası.

tozlu keyifsiz bu aralar, çüçük ise iyileşti ve 4 aylık olmasına rağmen 45 aylık kadar şişman. zihni kedilerimiz için “zayıf ama mutsuz olacaklarına şişman ama mutlu olsunlar” diyor. stratejimiz bu. umarım tozlu da kilo alır. sizin de hayvanlarınız için stratejiniz bu olsun.

bütün bu başlıklar üst üste bindikçe anlamını kaybediyor mu anlam mı kazanıyor anlamak güç gerçekten. esnaflıkta altı ay ve bisikletli binbeşyüzatmışiki gün, yaklaşık böyle.

hikâyeler de yaklaşık böyle, büyüyor.

--

--