bisikletli üçyüzatmışdokuz gün.

Seçil Türkkan
3 min readSep 29, 2020

ankara. eylül 29.

düştüğüm yer,

bir yılı geçtik,

“zamanı anlamlı kılan şey aynının sonsuz tekerrürü değil, değişim olasılığıdır. her şey ya ilerleme ya da çökme anlamına gelen bir süreç teşkil eder… her şey oluş durumundadır. her şey başkalaşır. aynının tekrarı olaya boyun eğer. hareketler ve değişimler bir düzensizliğe yol açmaz, sadece başka, yeni bir düzen yaratır. zamansal anlamlılık gelecekte temellenir.” diyor byung-chul han zamanın kokusu’nda.

altı aydır evde çalışıyorum, bugün biten mesai beni sokağa bağlıyor. yanıma sadece su alıp evden çıkıyorum, mini bir sırt çantası. ilginç, bisiklet disiplinimden ayrı şeyler yapıyorum. şöyle;

yazın bir ara ben yokken bisikletimi almıştı beyza’yla nilgün, ben yokken sürmek için. talihsiz bir yola çıkış olmuş o gün meğer, sokağa çıktıklarında farketmişler, tekerleklerden biri inikmiş. tekrar beşinci kata çıkarmak yerine nilgün’ün apartmanına bağlamışlar kendisini. o gün üzerindeki ışıkları, süsleri apartmandan kimse yürütmesin diye arkaya taktığım çanta içine koymuşlar ve bağlamışlar. karanlıkta mesela ayvalık’taki o gece olmazsa olmaz olan ön ve arka ışıklar bugün yanımda değil, iki aydır filan çantada duruyorlar, çanta da evde. o çantayı almadan ve topuz olan saçımı bozmaya resmen üşendiğim için takmadığım ama bisiklette bir yerde sallandırdığım kaskımı takmadan çıktım evden. kaska bir tür maske muamelesi yapmışım yani. hani “burda gerek yok yea” diyerek ağızlara takmadığımız, kolumuza, cebimize, kemerimize filan bağladığımız maske gibi. sonra bir banka oturdum ve emre’nin gönderdiği yazıyı okudum. sonra sürdüm yine.

çok abartılı bir sürüş olmamasına karar verdim, az yokuş hayali kurarken yine öyle olmayacağını bildiğim yollardan geçtim. bir sürü mini rota planı yaparken en geçmeyeceğimi düşündüğüm -aklımdan geçip giden ilk rota- yola girmişken buldum kendimi. gerçekten insanın aklından ilk geçen şey hep doğrusu olabilir. hep söylediğimiz, aklından geçen ilk seçeneğin doğru olması gibi, yine aklımda çizdiğim ilk rotaya düştü yolum, valla istemsizce. ama bu durumda kim istemsizce olduğunu söyleyebilir ki bana? ankara’nın yokuşlarını kabul edemiyorum aslında, ama kabul de ettiğimi anlıyorum artık böylece.

burası hep yokuş aşağı inmeyi sevdiğim yol, paris caddesi. üçüncü günümüzdeyken henüz bisikletten düştüğüm o panikli günün yolu yani. birinci yıl kutlama sürüşüne yakışır bir -ilk rota- yani.

birinci yıl sonunda üzerimde o ilk temkinlerim yok. kostüm telaşına istinaden çok üşütmemek için ter emecek bir tişört hesap edildi sadece, ışıklar -ama zaten şehirde çok işe yaramadıklarını daha ilk günden anlamıştım-, kask ve süslerimin bir kısmı yok. su var sadece, sakin sokaklar var. yokuş var yine, yine söyleniyorum ama artık var olduklarını zaten biliyorum.

“bisikletinle giderken frenlemek, ama öncesinde frenlemeyi öğrenmek nedir mesela, bunu da konuştuk.” diyordum temmuz ayında. fren kullanımıma bakıyorum, önüme ani bir araba çıktığında nasıl yön değiştireceğimi öğrenmişim mesela, bu habere seviniyorum. yaya gibi ve araç gibi sürüyorum hem.

yokuşu sakince çıkıyorum. “sakin sakin temponu bul” diyorum, sonra “hızını aldın, şimdi rahat di mi?” kuşkusuz rahat, kuşkusuz zor ama rahat üstelik.

martı, hopi filan gibi scooter denemelerinin de aralara serpiştiği bir dönemden sonra, bisikletim bana bugün hafif geliyor taşırken merdivenlerden mesela. her şey önce bir ağır geliyor insana, sonra alışıyor. zaman teoriyi yok ediyor, geriye pratik kalıyor.

kuşkusuz aşina, tanıdık, çoğalarak, temkinsizliğe meyletmiş bi’ temkin. OoOo.

bir yılı geçtik bugünlerde. “hareketler ve değişimler bir düzensizliğe yol açmaz, sadece başka, yeni bir düzen yaratır.” ve aslında her şey birdenbire olur.

--

--