bisikletli ikiyüzdoksanüç gün.

Seçil Türkkan
3 min readJul 9, 2020

ankara. temmuz 10

yazın ortası nerdeyse” desem şimdi, kim bana “hayır değil” diyebilir ki? yazın ortası geldi işte.

orta yerimden çatlicam, bisiklete binelim”, “bugün erteleyelim”, “şimdi binelim

“çoğalıyoruz” derken, bi’ rutine bile dönüştü bisiklet günleri. kışın ankara’da dışarı çıkmak denize girmek gibiyken -çıkınca alışıyorsun- yazın bisiklete binmek de öyle, çıkınca dönüyor pedal. yalnız gezdiğim güzergahlara yenileri ekleniyor bugünlerde başka insanlarla, sonra bu da bir rutine dönüşüveriyor. ne güzel. bazı yollarda bazı inşaatlar oluyor, farkedip tanıyorsun onları. kasların tek tek ağrıyor, yokuşlar yine aynı, ama işte yazın terlemesi bir başka oluyor. hangi gün farklı değil ki rutinde bile?

çıktık yine ve bu kez nilgün’ün bisikleti için taner abi’ye gittik önce, tamire. ilk günlerimde ‘bölüm sonu canavarı’ dediğim eskişehir yolu’nu geçtik. bugün bi’ başka şehrin kapısını açan o yolun aslında ne kadar şehrin içinde olduğunu bir kez daha farkettim işte. sürmeye başladıktan 16–17 dakika sonra anıttepe’deyiz, üstelik eskişehir yolu’nu geçtikten sonra. taner abi telefonunu açmadı yerinde mi diye aradığımızda, ama “belki oradadır zaten” deyip gittik, değilse bile bize yol olsun. oradaydı yine.

süre, zaman, kilometre ölçmeye bisiklet sürmeye başladığımdan beri teşneyim ama içim elvermiyor yine de. bazı şeylerin ölçülmeden kalabilmesi iyi. uyku düzenimden kaç adım yürüdüğüme, ne kadar çalıştığıma; bir tatil planı yapabilmekten, şehir değiştirmeye, bir arkadaşınla telefonlaşma zamanını tutturabilmeye her ama her şeyin ölçülebilmesinin zamanının ölçüldüğü bu zamanda bisiklet kilometresini ölçmemek, bir tür mevzi. ölçmeyebiliriz yani elimizde imkân varken şimdi.

taner abi nilgün’ün bisikletinin bazı yerlerini sıktı, erdem’in bisikletinin cıvatalarını yine birbirine bağladı. ben “benim bu ön frenim ötüyo ya” dediğimdeyse “var yani illa bi’şey ha” deyip dalga geçti, “hazır gelmişken…”, gülüştük. ama vardı işte, ve, hala var. o öndeki cıvatayı sıkmam gerektiğini ne zaman öğrenirim? izliyoruz böyle.

gittiğimizde alper oradaydı, nilgün’ün uzun yol bisikletli arkadaşıymış. ankara küçük, karşılaşmak mümkün. fosforlu yeleği var. ben babamın bana verdiği fosforlu yeleğimi ikinci gün filan terk etmiştim ama bu süreçte de tek başıma sürerken dikkati öğrenmiş gibiyim yolda; kontrolü, etrafından emin olmayı ve yola öyle çıkmayı mesela. arkada kalmamın nedeninin hem küçük bisikletten hem de yolda birlikte olduğum herkesin gözümün önünde olması fikrine neden ve nasıl yakın olduğumu düşündüm böylece. ve öte yandan bisikletin iki farklı fikri olduğunu düşündüm yine; biri turistik, biri ulaşım fikri. ikisi de belli düzeyde ciddiyet gerektiriyor, biliyorum.

bu kez dönüşte alper sarı yeleğiyle hem arkamızı kolladı, hem de birlikte sürmek/yolda olmak konusunu topluca konuşmamıza vesile oldu bugün. nilgün’le 2014 ve 2020 ankara sürücülerinin birbirlerinden ne kadar farklı olduğunu anlattılar. “eskiden bisikletliler mi varmış? peh”, hatta geçenlerde, yine eskişehir bulvarında bir otobüs şoförü, sadece onun temposuyla hareket etmiş; yolu kapamış arkadaki arabaların geçmesine izin vermemiş bir yere kadar, sonra -sanırım güvenli hissettikleri bir yerde- selamlaşıp ayrılmışlar.

onunki bir tur bisikleti, nilgün’ünki onun bir boy küçüğü, erdem ve benim bisikletlerimiz mini şehir bisikletleri. biz üçlü biraz turlamak, hareket etmek için çıkıyoruz, o işe gidip geliyor; ama yollar yapmış öncesinde 120'ler, 130'lar.

performans” üzerine de konuştuk bu akşam bu yüzden. nilgün olaylı bisikletinin hakkını veremediğini düşünüyor. bu muhabbete kafamı uzatıyorum; canının istediği şeyi yaptığı sürece bisikletinin hakkını vermek ne demek halbuki? bunun etrafında dolaştık biraz. bünyenin istediği şey mihenk olmalı belki, ve elbette o hakkını veremediğini düşünmeye devam ederse bisikletinin değiştirecek, muhakkak.

bisikletinle giderken frenlemek, ama öncesinde frenlemeyi öğrenmek nedir mesela, bunu da konuştuk.

ankara küçük ama dünya da az küçük değil ha? artık bisikleti bu akşam için bıraktığımızı düşündüğümüz yerde, bir yerde tuvalete gittiğimde istanbul’dan arkadaşım Eda’yla yan yana el yıkıyorduk mesela. ankara’ya yabancı hissediyormuş, burada herhangi biriyle selamlaşamayacağını, aşina olmadığını. istanbul’da hiç böyle olmadığını konuştuk. ama sanırım artık ankara da böyle değil işte şimdi.

bugün kimse ateşimizi ölçmedi kapıda, ama yaz geldi işte. kim aksini iddia eder şimdi?

--

--